HABER MERKEZİ
Kapitalizmin insanlık değerlerini tümden tükettiği, önü alınmasa hiçbir toplumsal değerin bu saldırıdan kurtulamayacağı her gün yaşanan gelişmelerden açıkça görülmektedir. Sistem saldırısının boyutu insanlığın var oluş biçimi olan toplumsallığı dağıtmaya kadar ilerlemektedir. Toplumsal yapı ve onun organizmaları çok bilinçli bir şekilde dağıtılmaktadır. Bunun anlamı; insanlığı ahlaki ve kültürel olarak yok oluşa götürmektir. Bu saldırılarla insanlık toplumsal değerlerinden kopartılıp bireycileştirilmek istenmektedir. Bu yolda epey bir mesafenin alındığını da söylemek gerekir. Bu biçimde insanlık iradeden bilinçten kopartılıp adeta karıncalaştırılmaktadır.
Kapitalizmin insanlık değerlerine saldırısı ve her şeyi tüketim nesnesi olarak satışa çıkarması, alım-satım konusu yapması en fazla da kültür-sanat alanında yaşanmaktadır. Daha doğrusu kapitalizm insanlığın şimdiye kadar yarattığı tüm kültürü yıkarak ortada hiçbir değer ölçüsü bırakmayacak düzeyde bir saldırı yürütmektedir demek, daha doğru bir belirlemedir. Ne var ki insanlığa saldırı en fazla da kültürel değerler temelinde yapıldığı halde, kültür insanları bu konuda yeterince mücadele etmemektedirler. Daha doğrusu mücadele edecek kültür-sanat insanları kalmamış gibidir. Bu mücadele sahasında sanki bir teslimiyet yaşanmaktadır. İnsanlık için kültür alanında yaşanan bu teslimiyet kadar tehlikeli başka bir şey olamaz
Sistemin ideolojik hakimiyetini ifade eden teslimiyet denilecek bu durum kendisini çok değişik biçimlerde dışa vurmaktadır. Sistemin kültür-sanat ve sanatçı anlayışının hakimiyeti olan bu durum en çıplak ve kaba biçimde; “kültür-sanat insanları siyasetle uğraşamaz, sanatçının siyasetle ilişkisi olmamalıdır” biçiminde dilendirilmektedir. Bilindiği gibi kapitalist sistemde toplumsal yaşamın her alanı iktidar alanlarına dönüşmüştür. Siyaset ve ekonomi yalana dayalı yöntemlerle kendisini iktidar yaparken, sanat alanı da sistem sahipleriyle uyuşma ve sisteme karşı mücadelesiz kalarak kendisine bir iktidar alanı açmıştır. Bu alanda her gün bir düzine kişi sanatçı adı altında ortaya çıkmakta, kültür-sanat ürünleriyle zengin olmakta ve bu zenginliği de toplumların kültürel değerlerini işleyerek yapmaktadır. Günümüzde sanatçılar ile düzen sahipleri arasında yaşanan uzlaşma -ki bu sanat insanlarının teslimiyetidir. Çünkü sanat yaşamı tüketen değil, yeniden üretendir-, kültür ve sanat ürünleriyle toplumun sisteme bağlanması biçiminde bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Bu yaklaşım düzen sahiplerinin kendi imkanlarını sanatçıların topluma abartılarak sunulmasını getirirken, sanatçıların da hiçbir ahlaki örgü ile açıklanamayan bir biçimde halkların maddi ve manevi değerlerinin kullanılmasına yol açmıştır. Kültür ve sanat faaliyetlerinin özüne tümüyle aykırı bu sistem politikasını kendi çıkarları için en fazla kullanarak çıkar büyüterek kolay bir biçimde toplumu ve bireyi yönetme fırsatına dönüştürenler iktidarlar ve bunun uygulayıcıları siyasetçiler olmaktadır. Bu tarz hem sanatın hem de siyasetin yozlaşması, yozlaştırılmasıdır.
Bu yozlaşmayı günümüzde en fazla siyasetçiler derinleştirmektedir. Oysaki siyaset toplumsal organizma içindeki esas anlamı itibarıyla toplum işleri ile uğraşmaktır. Günümüzde yaşamın tek tek alanları değil, toplumsal yaşamın her hücresinde sorunlar yaşanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal yaşamda kaos olarak ifade edilen bu sorunlar yumağını temelden çözmek için toplumsal yapıda belirleyici olan alanlardan ilkeli bir mücadeleye girişmek kaçınılmazdır. Toplumsal sorunların köklü çözümü için ilk el atılması gereken alanların başında siyaset gelmektedir. Toplumsal yaşam için gerekli olan tüm işler her toplum üyesini ilgilendirir. Fakat başta kültür-sanat insanları olmak üzere toplumsal yaşamın temel alanlarında görev ve sorumluluklarını yerine getirenler herkesten daha çok bu tür durumlara karşı ilgili olmak durumundadırlar. Çünkü söz konusu olan insanlığın kendisi, yaşam gerçekliği, tarzı ve toplumsallığıdır. Bu temel yaklaşımdan dolayı da iktidarcı, devletçi, sömürücü siyasetin hakim olduğu günümüzde toplumun her ferdi, başta da öncüleri veya halk tabiriyle toplumun kaymak tabakası olarak bilinen ve bu tabaka içinde en önemli yeri olan sanatçıların özgürlük ve demokrasiden yana siyasetle ilgilenmeleri vazgeçilmezdir.
Toplumsal yaşam için çalışmak ve mücadele etmek insan için ahlaki bir durumdur. Çünkü toplumsallığın kendisi aynı zamanda ahlaki bir örgüdür. Toplumsal ahlak insanların birbirleriyle farkında olmadan ilişki ve dayanışma içinde olması; sevinçleri, mutlulukları gibi acı ve hüzünlerini de paylaşması demektir. Toplumsal yaşamda ahlaki olmanın önemi konusunda Kürt halk Önderliğinin çok önemli değerlendirmelerde bulunması nedeni, yaşanan sorunların giderilmesinde ahlakın gücünden dolayıdır. Kürt halk Önderliği bu değerlendirme düzeyi ile yeni bir toplum ve sistem paradigmasına ulaşmıştır. Siyasal ve toplumsal yaşama mutlaka ahlakı hakim kılmak ve bilimsel düşünüşü esas almak gerektiğini belirten Kürt halk Önderliği, özgürlük sosyolojisi biçiminde bir kavramlaştırmaya gitmiştir. Toplumsal işlerde ve mücadele alanlarında bilimsel düşünceye dayanmayan ve ahlakilikten güç alamayan bir uğraşın sonuçları trajedilere yol açmıştır. Ancak özellikle siyasetsiz bir bilimsellik ve ahlakilik ile çalışmalara yaklaşarak kendini işler kılmanın da sonuçta bireyin ve toplumun kendisini satması anlamına geleceği unutulmamalıdır. Toplumsal sorunlar karşısında egemen sisteme karşı mücadele siyaset denilen toplumsal uğraş ile verilir.
Özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermek için siyaset ile ilgilenmenin ve bu mücadele alanının değerini ortaya koymak gereklidir. Nasıl ki insanın yaptığı her faaliyetinde mutlak suretle sanatsallığı ifade eden bir yaratım varsa, insanın her yaşam duruşunda siyasi olan bir yan da vardır. Fakat sanat yapmak için özgün bir uğraş ve yoğunlaşma gerektiği gibi, siyasetle uğraşmak da böyle bir özgün uğraş ister. Toplumsal yaşamda herkes sanat ile uğraşabileceği gibi siyasetle uğraşma hakkına da sahiptir. Fakat kapitalist sistem yaşam alanlarını iktidar üreten bir paradigmayla ele aldığından yaşam alanları birbirinden kopartılmıştır. Sistemin kişilik özelliği olan bireyci yaşam tarzına hitap eden kapitalist yaklaşım yaşam ve üretim alanlarımın birbirine karışmamasını dayatmaktadır. Sisteme göre sanatçı sanatçıdır. Sadece sanat yapmalıdır. Siyaset de siyasetçilerin işidir. Buna da başkaları karışmamalıdır. Herkesin yeri-yurdu bellidir. Kimse kimseyi rahatsız etmemelidir denilmektedir. Bunu da demokrasi ve uygar insan ölçüsü diye topluma dayatmaktadır. Bu temel yaklaşımını inceden inceye topluma enjekte eden sistem sahipleri, böylece sistemlerine başkalarının ortak olmasının önünü almış olmaktadırlar. Oysaki insan toplumsal bir varlık olduğundan, toplumsal yaşamı organize eden her çalışmaya en üst noktada katılmak gibi bir yeteneğe ve hakka sahiptirler. Toplumsal yaşam içindeki belli kesimler ise, bu işe daha duyarlı ve yakın ilgi duymak ve görevlerini yerine getirmekle mükelleftirler.
Toplumsal yaşam içinde kendisini aktifleştirmeyenler başkalarının etkisinde kalmaktan kurtulamazlar. Bu noktada daha etkin olan alan ise siyasettir. Özgürlük ve demokrasi için siyasetle uğraşmayanlar, bu yönlü siyaseti etkin kılamayanlar başka siyasetlerin parçası haline gelmekten kurtulamazlar. Kültür sanat insanları için siyasetle ilgilenmek sadece toplumsal olaylar karşısında duyarlı olmak değildir. Özellikle sanat insanları açısından siyasetle ilgilenmek özgün bir kültür-sanat çizgisi tutturmak için gereklidir. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi siyasetiyle ilgilenmemek buna katılmamak, güç vermemek, başka kültür ve sanat anlayışlarını baştan kabul etmek demektir. Siyaset; toplumun ve bireyin yaptığı herhangi bir çalışmasının sonuçlarıyla ilgilenmektir. İş yapıp sonucunu takip etmemek, onun kime nasıl hizmet ettiğini düşünmemek, bu konuda duyarlı olmamak kölece bir yaklaşımdır, en iyimser yaklaşımla duyarsızlıktır. “Ben işimin ehliyim, verileni ve isteneni yaparım, sonuçlarını başkaları değerlendirsin, beni ilgilendirmez” demek de toplumsal yasa itibarıyla ahlaksızlıktır. Günümüz kültür-sanat çalışmalarında en fazla görülen bu yaklaşımdır.
Toplumsal yaşamda her ne kadar siyaset denilen işleri yönetme ve koordine etme alanı içindekilerin toplumsal sorunlara daha duyarlı olduğu gözlemleniyorsa da, kültür-sanat çalışmalarının özü gereği sanat insanlarının siyasetçilerden daha fazla toplumsal olaylar karşısında duyarlı olmaları gerektiği ortadadır. Özellikle sanat ve toplumsal eleştiri diyalektiği göz önüne getirildiğinde, kültür-sanat insanlarının başta siyaset alanı ve ilgilenenleri olmak üzere eleştirel yaklaşmaları olması gerekendir. Siyasete demokratik yaşam çizgisini, toplumculuğu en fazla dayatması gereken kültür-sanat insanlarıdır. “Siyasete uzak bir kişiliğim, ben sanatçıyım” demenin kendisi de günümüz gerçekliği içinde siyasi bir duruştur. Bu yaklaşım sermaye sistemini kabul etmek, onun yaşam ve sanat anlayışı ile kendi yaşam ve sanat anlayışı arasında fark görmemektir. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz toplumsal yaşam içindeki her davranış şu ya da bu düzeyde siyasi bir yaklaşımı ifade eder. Fakat sanatla ilgilenen ya da ilgiliymiş gibi görünen kimileri, siyasetin, yani toplumsal işlerinin profesyonel bir elitin işi olduğu anlayışı ile meselelere yaklaşarak, sözüm ona tarafsızlıklarını ilan ettiklerini sanıyorlar. Bundan daha büyük bir taraf olma ve anti demokratik bir yaklaşım olamaz. Bu yaklaşımın kültür-sanat insanlarınca dile getirilmesi kadar anlaşılmaz bir durum da yoktur. Bu konuda esas mesele toplumsal yaşamı ifade eden alanlara nasıl yaklaşıldığıdır. Siyasete böyle yaklaşanlar sanatı da, sanat alanını da kendileri için bir zenginlik ve ünlü olma alanı olarak değerlendirmektedirler. Zaten günümüzde yaşanan durum tam da böyle bir gerçekliği ifade etmektedir.
Devletçi egemen sistemin yaratığı toplumsal biçimin, toplumsal varoluşa ters yönde ilerlemesi ve her şeyi saptırması kültür-sanat alanında da görülmektedir. Bilindiği gibi kapitalist sistem egemenliğini kurana kadar sanatçılar ve kültür insanları toplumsal sorunlar karşısında en fazla ilgili ve duyarlı olanlar olarak bir duruş sergilemiş, dolayısıyla siyasetle de yakından ilgilenmişlerdir. Bu nedenle hemen hemen her süreçte ilk toplumsal muhalifler ve topluma yön verenler kültür-sanat cephesinden çıkmıştır. Toplumsal yaşamın kuruluşunda kültür-sanat insanlarının öncülük düzeylerinin neye kadir olduğuna en iyi örnek Rönesans’tır. Toplumda aydın ve sanatçılara “toplumun vicdanıdırlar” denilmesinin nedeni budur. Tarih, kültür insanlarının toplum işlerine, yani siyasete ilgilerinin yadırganmadığını, aksine ilgisiz kalanların gerçek sanat insanı olarak görülmediklerine çokça örnek sunmuştur.
Kürdistan toplumsal yapısı ve yaşanan sorunlar temelinde kendi kültür sanat insanlarımızı değerlendirdiğimizde, benzer sorunların Kürt kültür-sanat insanları içinde de yaşandığını belirtmek gerekir. Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde en ön salarda yer alıp kahramanca direnen, devrimci mücadele de görevlerini yerine getiren çok değerli sanatçı arkadaşlarımız çıktı. Bu sanatçı arkadaşlarımızdan birçoğu da şehit düştü. Bu şehit arkadaşların pratiği değerlendirildiğinde çok zor koşullar altında sanat icra ettikleri görülür: Hem bir gerilla olarak savaşmış, hem de sanatlarını imkanlar ölçüsünde icra etmişlerdir. Bu arkadaşlarımızın yaratıkları ürünlerin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, halen beğeni ile karşılık bulabilmektedirler. Yine bazı sanatçı arkadaşlar gerillaya katılmamış ve siyasi bir mevzide çalışmıyor olsalar da, güçleri ve yetenekleri oranında geliştirdikleri kültürel ve sanatsal faaliyetlerle kendilerinin de bir taraf olduğunu gösteren duruşları siyasal olarak bir boşluğu da doldurmaktadır. Duruşları halkımızın istemleri, duygu ve düşünceleri paralelinde olduğu müddetçe her zaman bir anlamı olacaktır.
Mizgin (Gurbet Aydın) Yoldaşın Anısına
Mücadele arkadaşı