HABER MERKEZİ
Savunmamın temel tezi; Avrupa Uygarlık Sistemi’nin geleneksel hegemonik sistemlerin kapitalizm temelinde dönüşüme uğramış devamı niteliğinde olduğuna ilişkindir. Mezopotamya kökenli 5.000 yıllık merkezi uygarlık sisteminin son 500 yılı Avrupa coğrafyasına dayalı bazı öncü güçler tarafından kurtuluş ve saldırı stratejisi temelinde yeni bir dünya-sisteme dönüştürülmüştür. Uygarlık sistemlerinin hepsinde geçerli olan temel özellikler Avrupa modernitesi için de geçerlidir. Birincisi rekabet ve hegemonya, ikincisi merkez-çevre, üçüncüsü konjonktürel ve yapısal bunalım süreleri. Yine her uygarlık sisteminde içerilmiş olarak yaşayan hegemonik güçlerle demokratik-eşitlikçi güçler, Avrupa modernitesi için de geçerlidir. Temel çelişki bu iki güç arasında olup, her gücün kendi içinde de tali çelişkileri tarih boyunca var olagelmiştir. Aralarındaki mücadeleden genellikle hegemonik güçler başarılı çıkmıştır.
Kapitalizm ilk defa Avrupa uygarlığında (modernitesinde) dünya-sistem haline gelmiştir. Bu güce ticaret, finans ve sanayi üzerine tekel kurarak, ulus-devlet tarzını örgütleyerek ve endüstriyalizmi süreklileştirerek erişmiştir. Merkezi uygarlık olabilmeyi ağırlıklı olarak Ortadoğu’da ikame ederek; tali düzeyde de Çin, Hindistan, Amerika ve Afrika’yı sömürgeleştirerek, bağımlı kılarak başarmıştır.
Aşırı üretim ve kıtlık hep iç içedir
Avrupa modernitesinin dayandığı üçlü sacayağı; varlık nedeni oldukları toplumsal sorunları çözme yeteneklerini iyice kaybetmiştir. Modernitenin esas dayanağı kapitalizmin kendisi, kriz nedenidir. Azami kar kanununu esas aldığı için toplum ve çevrenin temel ihtiyaçlarını ve ekolojisini göz ardı ederek işlediğinden hiçbir zaman krizden kurtulmaz. Aşırı üretim ve kıtlık hep iç içedir. Modernitede ulus-devlet olarak yeniden şekillenen iktidar, toplum aleyhine azami çoğaltmayı faşizme kadar tırmandırarak sistemi süreklilik kazanan bir iç-dış savaş rejimine dönüştürür. Sürekli kriz hali, sürekli savaş haliyle ancak sürdürülebilir. Avrupa modernitesinin bağrında geliştirilen sanayi devrimi, sadece ilk iki sacayağını besleyerek krizin daha derinlik ve yoğunluk kazanmasını sağlar. Mahşerin üç atlısı gibi çalışan sistem doğuşunda filozof Hobbes tarafından “insan insanın kurdudur” yargısına yol açtı.
Çöküş sürecinde ise birilerinin kurdu olmaktan çıkıp yavrularını yemekten başka çaresi kalmayan kurtlar haline geldiler. Ahlaki ve politik toplumun ve çevrenin tüketilişi ancak böyle yorumlanabilir. Günümüz finans kapital krizi, modernitenin yapısal krizinin en belirgin, yüzeye vurmuş halidir. ABD kaynaklı olması başta AB olmak üzere hızla küreselleşmesi modernitenin dünya-sistem olmayı tamamladığını kanıtlar. Dünya-sistemde yaşanan sadece finans krizi değildir. Kapitalizmin yapısal krizinden daha fazlasını ifade eder. Söz konusu olan 5.000 yıllık uygarlık krizidir. Finans alanında yansıması nasıl toplumsal gerçeklerden kopmuş, anlamını yitirmiş bir sanal dünyanın oluştuğunu gösterir. Tarihin hiçbir döneminde sanal kılınmış bir soygun sistemi bu büyüklükte (600 trilyon dolar tahmin ediliyor) inşa edilmemiştir. Bu gerçeklik ancak uygarlık sisteminin tarihsel ve güncel büyüklüğü ortamında oluşabilir. Günümüz krizinde özgün olan üç katmanlı yapısıdır. 5.000 bin yıllık merkezi uygarlık, 500 yıllık kapitalist uygarlık konjonktürel olan finansal krizi somutunda içi içe ve yapısal olarak yaşamaktadır.
ABD, AB, Japonya, Çin…
Amerika Birleşik Devletleri (ABD): ABD, sistemin hegemonik gücü olarak yapısal krizden kendini restore etmiş olarak çıkma yeteneğini gösterebilecektir. Ama bu çıkış kendisini hiçbir zaman 20. yüzyıldaki hegemonik gücüne eriştiremeyecektir. Hegemonyasını başta AB, Japonya, Rusya olmak üzere daha fazla güçle eskisinden daha fazla oranda paylaşarak sürdürmeye çalışacaktır. ABD hegemonyası sadece Britanya İmparatorluğu’nun bir devamı ve İngiltere’nin stratejik müttefiki olarak değil, demokratik geleneğini de devam ettirmek durumundadır. Dolayısıyla kendini restore etme olanakları fazladır. Restorasyon döneminde hegemonik savunmaya ağırlık verecektir. Mevzi saldırılar dışında topyekûn bir saldırıyı sürdürme yeteneğinde değildir.
Avrupa Birliği (AB): AB ülkeleri merkezi uygarlık sistemindeki kapitalist dönüşümün sahipleri olarak ağırlığını sürdürmeye devam edecektir. ABD’nin stratejik müttefikliğini sürdürecektir. Fakat esas restorasyonu hatta reformasyonu AB ülkeleri yapmak durumundadır. AB’den de yeni bir sistem çıkışı beklemek gerçekçi değildir. Yeni sistem konusunda yeni bilim ve felsefi çıkış da vazgeçilmez öğretici bir merkez rolünü oynayabilir. Fakat yeni sistemin olası güç ve hareketlerinde sınırlı rolde kalıp başat rol oynayamayacaktır.
Japonya: ABD hegemonyasının Doğu Asya’daki birincil müttefiki Japonya, yapısal krizden en çok etkilenen güç konumundadır. Restorasyon ve reformasyonda en çok zorlanan güçtür. Son derece tutucu özelliklere sahiptir. ABD’nin her koşulda müttefiki olmaya devam edecektir. Güney Kore, küçük Japonya rolünü devam ettirecektir.
Çin: Doğu Asya’nın eski uygarlık merkezlerinden birine sahip Çin, liberal ve reel-sosyalist senteziyle özgün bir kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm deneyimini yaşamaya çalışıyor. Avrupa merkezli moderniteden çok farklı bir oluşum sağlaması beklenemez. Tersine onun Almancı biçimi (Prusyalı) diyebileceğimiz en gerici türünde yetkinleşmeye çalışacaktır. İdea edildiği gibi yeni bir hegemonik güç merkezi olarak ABD’nin yerini tutması beklenemez. Ulus devletçiliği ve endüstriyalizmi katı biçimde yaşamaya devam edecektir.
Batı ve İslam cilalı modernite
Ortadoğu: Ortadoğu’yu bir ülkeler topluluğu olarak değil bir kadim kültür bölgesi gibi değerlendirmek daha anlamlı sonuçlar verebilir. Ne de olsa Doğu kültürünün orijinal ve temsili gücüdür. Daha doğrusu zeminidir. Merkezi uygarlığın 4500 yıllık hegemonik gücüdür. Neolitik çağın 10.000 yıllık sahibidir. Böylesi bir tarihin, Avrupa’nın ondan ikame ettiği bir uygarlıkla bağımlısı haline gelse bile hemen tükenmesi beklenemez. Avrupa modernitesi son 200 yıldır Ortadoğu’ya yüklenmektedir. Kendi modernitesini dünyanın tümüne kabul ettirme başarısı göstermiştir. Günümüzde de çok canlı yaşandığı gibi Ortadoğu’da benzer bir başarıya tam ulaştığı söylenemez.
Son iki yüzyıllık saldırı (Napolyon başlatmıştı, Britanya geliştirdi, ABD sürdürüyor) halen devam ediyor. Özellikle günümüzde birçok bölgede Afganistan’dan, Fas’a; Kafkasya’dan Orta Afrika’ya kadar birçok bölge de sıcak ve soğuk savaşlar halinde devam ediyor. Yaşanan sistemin en zayıf halidir. Daha doğrusu Batı modernitesinin en zayıf halkası geleneksel Ortadoğu’dur. Üçlü sacayağı son iki yüzyılda oturtulmaya çalışıldı. Fakat kaosu derinleştirmekten öteye rol oynamadı. İslam cilalı modernite işbirlikçileri ister radikal, ister ılımlı olanlar olsunlar, yeni kaotik durumun tuzu-biberi oldular adeta. Söylenebilecek olan kaotik durumun sürekli kaynadığıdır. Her kaynama yeni alaşım ve bileşimler oluşturma değerindedir. Bu kaynaşmadan doğacak olasılıklardan biri özgün bir Doğu-Batı sentezi olabilir. Ne Doğu’nun kendi eski uygarlık türlerinden birini yeniden canlandırması mümkündür ne de Batı’nın kendi modernitesini tek taraflı enjekte etmesi söz konusudur. Oluşacak sentezin özgünlüğünü, bilimsel yapıların ve örgütsel hareketlerin toplumsal sorunlara yanıt olma yeteneği belirleyecektir. Tarafların birbirlerini inkar ederek çıkış yapmaları en zayıf olasılıktır. Yeni çıkışların Batı bilimi, oryantalizmiyle sağlanamayacağı yeterince açığa çıkmıştır. Doğu’nun toplumsal doğasının bilimi ise sadece öncülerini bekliyor. Arzulanan çıkış bu bilimin üretimi, örgütlenmesi, hareketlenmesi ve toplumsallaşmasıyla gerçekleşebilir.
Ortadoğu’da Uygarlıksal Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.