HABER MERKEZİ
Neydi bilinen genel kural? Kürt sorununu çözemeyen siyaset kendisi çözülür! 31 Mart yerel seçim sonuçları işte bu genel kuralın işlemekte olduğunu bir kez daha göstermiştir. Hem de çok çarpıcı ve de sarsıcı bir biçimde. Öyle ki, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan umarsız balkon konuşması ardından geçen süreçte ortalıkta tümden görünmez hale gelmiştir. Artık toplumun önüne bile çıkamamaktadır. Süt dökmüş kedi gibi, adeta ortalıktan kaybolmayı yeğlemiştir. Ne bilelim, belki de 7 Haziran 2015 seçim sonuçları ardından yaptığına benzer bir biçimde 31 Mart seçimlerini de nasıl geçersiz saydırabileceğinin arayışı ve hesabı içindedir.
Öncelikle şu noktaya bir kez daha dikkat çekmekte yarar vardır. Eğer Kürtleri ezmek mümkün olsaydı, herkesten önce bunu İnönü CHP’si yapardı, Demirel AP’si yapardı, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile Demirel-Güreş-Ağar-Çiller çete yönetimi başarırdı. Fakat bunların hepsinin de tarih olduğu ve Kürt sorunu ile ona karşı gelişen Kürdistan özgürlük mücadelesinin ayakta durduğu ortadadır. Demek ki ezmek mümkün olmamakta ve sonuç vermemektedir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan Yönetiminin Kürtleri ezmek amaçlı 2007’de Dolmabahçe görüşmesi ile sorunu orduya ve şimdi de MHP’ye havale etmesi bir tekrardır ve nitekim her iki girişim de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. O halde ne gereklidir? Demek ki en doğru yol, 2005’te Ankara ve Amed’de yapılan konuşmalar temelinde Kürt sorununu kabul etmek ve çözmektir. Bu işin başka yolu yoktur. Sorunu çözmeyen ya da çözemeyen kendisi çözülür. Herhalde Tayyip Erdoğan, Kürtlerden yediği tokat sonucunda şimdi bunu düşünmekte ve çare aramaktadır.
Hiç tartışmasız bir biçimde ve kimlerin kazandığına da bakmaksızın söylenecek tek doğru söz, 31 Mart yerel seçimlerinde AKP-MHP ittifakının ve onun içinde de özellikle AKP’nin yenilgi aldığıdır. Yani faşizm çok ciddi bir darbe yemiştir. 7 Haziran 2015 seçimi ardından AKP’nin yaşadığı ikinci seçim yenilgisi olmaktadır bu. Daha önce de yazdık, 7 Haziran ardından durumu tersine çevirebilmek için AKP’nin manevra yapma imkanları vardı, ancak şimdi o imkânlar da tükenmiştir. 1946 ve 1950 seçimlerinde İnönü CHP’sinin yaptığına benzer şeyleri şimdi Erdoğan AKP’sinin yapmaya çalışması boştur, artık hiçbir sonuç vermeyecektir. Demek ki MHP ile ittifak AKP iktidarının ömrünü birkaç yıl uzatmış olsa da, sonuçta onu acı bir hezimetle karşılaşmaktan kurtaramamıştır.
Herhalde Kürdistan’da seçimi bir kez daha kaybeden ve Türkiye’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya gibi en büyük şehirlerinin yönetimini kaybeden AKP, 31 Mart yerel seçimlerini kazandığını iddia edemez ve hala iktidarda kalma ısrarını sürdüremez. Gerçekten demokratik bir zihniyet ve siyasete sahip olsaydı, 31 Mart akşamı Tayyip Erdoğan balkondan istifasını açıklardı. Belli ki öyle yapmadı ve o günden beri nasıl yeni baskı ve hile yöntemleri geliştirecek, ne tür yalanlar uyduracak, bunların arayışı içinde. Oysa zulümle abad olunmayacağını en iyi kendisi biliyor. Yalancının mumunun ancak yatsıya kadar yandığını en fazla kendisi tekrarlıyor. Dolayısıyla hiçbir baskı, yalan ve hile artık Tayyip Erdoğan Yönetimini kurtaramayacaktır. Çöküş ve yıkım süreci başlamıştır ve bu süreç derinleşerek ve hızla devam edecektir.
Burada kötü olan şey, çökmüş ve tarihin çöp sepetine atılmakta olan MHP faşist zihniyet ve siyasetinin yeniden kısmen diriltilmiş olmasıdır. Bunu iktidar ömrünü uzatabilmek için Tayyip Erdoğan yaptı ve bu temelde de Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmış oldu. Böyle bir durumu engelleyecek politikalar üretemeyen herkes de bunun sorumluluğuna ortak hale geldi. Sadece kişisel iktidar hırsıyla Tayyip Erdoğan’ın bu duruma yol açmış olmasını, kuşkusuz tarih ve Türkiye toplumu affetmeyecektir. Tayyip Erdoğan izlediği bu siyasetlerin ve yol açtığı sonuçların cezasını çekecektir.
Müzmin muhalefet olan CHP’ye gelince, gerçekten de en geniş AKP-MHP karşıtı ittifakla ancak büyük kentlerin yerel yönetimini kazanabilmiştir. Demek ki AKP-MHP faşizmine alternatif bir duruş gösterse CHP gelişebilir ve seçim kazanıp iktidar olabilir. Fakat bunu Kemal Kılıçdaroğlu kişiliği ve yönetimi yapamaz. Bakın, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu dışındaki bir aday oy artışı sağlamış, 31 Mart seçimindeki belediye başkan adayları ise seçimi kazanmıştır. O halde bu sonuçlara bakarak CHP’nin yönetimini yenilemesi, AKP-MHP faşizmine karşı iktidar alternatifi olacak bir yeni yönetimi ortaya çıkarması elzemdir. Böyle bir yeni yönetimin, birincisi iktidar olup ülkeyi yönetebileceğine toplumu inandırması, ikincisi Türkiye’nin tüm demokratik güçleriyle antifaşist demokratik ilişki ve ittifak içinde olabilmesi, üçüncüsü ise Kürt sorununda MHP ve AKP söylemini bırakarak Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözeceğini ortaya koyması gerekir. Bunu yapmadıkça, istediği kadar belediyeleri kazanmış olsun, CHP bunalım yaşamaya devam edecek ve Türkiye’yi de çözümsüz bırakacaktır.
HDP’nin izlediği seçim stratejisinin başarı kazandığı açıktır. 7 Haziran 2015 seçimindeki kadar olmasa da, ona benzer bir siyasi başarıyı HDP 31 Mart yerel seçiminde elde etmiştir. Önce bu tespiti net olarak yapabilmek gerekir. Çünkü gerçekten de Kürdistan’da kazanmış, Türkiye’de de AKP-MHP faşizmine kaybettirmiştir. Hem de bunu her türlü faşist baskı ve hile ortamında yapabilmiştir. Belli ki bundan daha iyisi bu koşullarda olmaz. Ancak sadece bu sonucu almak yeterli değildir. Bunun devamını da getirmek, ortaya çıkan sonuçları her alanda doğru değerlendirmeyi bilmek de gerekir. Bu konuda özellikle 7 Haziran sonrasındaki duruma düşmemek, yani kazandığı seçim sonuçlarını etkisiz ve hatalı bir politika ile başkalarına bırakmamak önemlidir.
O halde HDP ne yapmalıdır? Birincisi, 31 Mart seçim sonuçlarının siyasal boyutlarını görerek, antifaşist birlik ve mücadeleyi geliştirip bu durumu AKP-MHP iktidarının yıkılmasına götürmek için çalışmalıdır. İkincisi, yeni bir yerel yönetim modeli geliştirmeli, mümkün olduğunca belediyeleri erken hedef yaptırmamaya dikkat etmeli, belediyeleri gerçekten toplumun kendi kendini yönettiği alanlara dönüştürerek her halükarda bu yönetimi sürdürecek bir örgütlülüğü ortaya çıkarmalıdır. Üçüncü olarak da, bu sonuçlarda Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım direniş hamlesinin büyük etkisini görerek, söz konusu hamleyi tecridi kırma hedefi doğrultusunda etkili olarak yürütmelidir.
Gerçekten de 31 Mart seçim sonuçlarının böyle olmasında Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım direniş hamlesinin çok önemli bir etkisi olmuştur. Çünkü toplumu ve demokratik güçleri hem canlandırmış ve hem de birleştirmiştir. Özellikle Leyla Güven öncülüğünde beşinci ayını doldurmuş olan Büyük Açlık Grevi Direnişinin belirleyici etkisi yaşanmıştır. O halde 31 Mart yerel seçim sonuçlarını söz konusu tecrit karşıtı direniş hamlesinin önemli bir kazanımı ve başarısı olarak da görmek gerekir.
Demek ki faşizm darbe yemiştir ve sıra tecridin kırılmasına gelmiştir. Faşizmin yaşadığı ağır seçim yenilgisi, tecridin de kırılabileceğini net bir biçimde göstermiştir. Büyük Açlık Grevi Direnişinin tecridi kırarak başarıya ulaşacağını açıkça ortaya koymuştur. O halde tecride karşı direniş hamlesini daha güçlü sahiplenmek ve daha yaratıcı uygulamak gerekir. Özellikle mevcut sonuç alıcı eylem çizgisini doğru anlayıp, bireysel yaklaşımlarla onu saptırmamaya özen göstermek önemlidir. Bu temelde gösterilecek duyarlılık, eylem çizgisini doğru yürütüp çok yönlü kılmak ve direnişi herkesin katıldığı topyekûn boyuta ulaştırmak tecridi kırıp zaferi elde edecektir.