HABER MERKEZİ
Kürtlerde Ayaklanma ve İsyan Olgusu;
Kürtlerde ayaklanma olgusunu ele aldığımızda, tarihi bir geçmişe uzanmak ve tarihten başlayan sorunları yine tarihi boyutlarda ele almak ve o şekilde daha sağlıklı bir sonuca gitmek, bir tercih meselesinden ziyade bir zorunluluk olmaktadır. Önder APO’nun yaklaşık 40 yıllık mücadelesi ve ortaya koyduğu derin çözümleme ve analizler, bu doğrultuda önemli bir külliyat oluşturmaktadır. Kürtlerin tarihi geçmişi, yaşadıkları coğrafyaların stratejik konumu, uygarlık ve benzeri kisveler altındaki egemenlikçilerle olan ilişkileri, belli yönleriyle Kürt ayaklanmalarının tarihini de ortaya seren temel bir gerçekliktir.
Bu anlamıyla Kürtlerin ayaklanmalarını ve isyanlarını ele alıp değerlendirebiliriz. Her şeyden önce daha evvelden izah etmeye çalıştığımız gibi insanlığın büyük devriminden bu yana, yaşanan toplumsal gelişmeler ve dönemlerde Kürtlerin varlığını tarihi belgeler ve gerçekliklerle birlikte görmekteyiz. Bundan dolayı da 16. yy’a kadar tarihte ciddi anlamda bir Kürt sorunu olduğuna rastlamamaktayız. Daha çok bulunduğu coğrafyalarda tarıma ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik üretim sistemi, kabile ya da aşiret normlarında sosyal dokusuyla yaşamını sürdüren Kürtlerin, bu tarihten itibaren gerçekleştirdiği çeşitli ayaklanmalar vardır. Tarihin ötesinden bu yana sürekli başkaları için savaşan ve başkalarının askerliğini yapan Kürtlerin, bu dönemden itibaren çeşitli dönemlerde ve yine çeşitli bölgesel güçlere yönelik giriştikleri ayaklanmalardan haberdarız. Gerçekleşen bu ayaklanmaların karakteristik özelliklerini, yenilgilerinin ve kanlı bir şekilde bastırılmalarının altında yatan temel nedenleri de ulusal bilinçten yoksunluk, örgütsüz mücadele anlayışı ve duygusal tepki olarak açıklamak yerinde olacaktır. Yine bunun yanında Kürtlerin geliştirdiği ayaklanmaların bastırılması ve neticesiz kalmasında temel nedenlerden bazıları da; ihanet ve işbirlikçi gerici zihniyetin etkileridir.
Bu haliyle Kürt halk ayaklanması dediğimiz tarihin trajedilerle yüklü olması manidar ve bir o kadar da acı bir durumu oluşturmaktadır. Uzun tarihi geçmişinde Kürtlerin çeşitli devlet oluşumlarına yönelmelerinin yanı sıra, geçen zamanın büyük bir çoğunluğunda işgalci güçlerin denetimi altında kaldıkları ve bu şekilde yaşadıklarını belirtebiliriz. İskender’den başlayarak gelişen bu süreç günümüze kadar birçok farklı işgalci güçlerle devam ederek gelmiştir. Bu işgalci güçlerden özellikle İslamiyet döneminde Araplar, Kürtlere yönelik asimile politikaları geliştirmişlerdir. Bu dönem öncesine kadar Kürtlere ve Kürdistan coğrafyasına yönelik herhangi bir asimilasyon söz konusu değilken, Araplar döneminde yayılmacı İslamiyet inancıyla kültürel ve sosyal anlamda; Kürtlere yönelik bir dayatmanın olduğu gerçektir. Bu anlamıyla çeşitli direnişler olsa da, İslamiyet’in Kürdistan’a girişi diğer örneklerinde olduğu gibi zorla, baskıyla ve kıyımla olmuştur. Yine bu dönemde Araplar tarafından Kürtlere; Ekrad denilmeye başlandı.
İslamiyet döneminde bölgede gerçekleşen birçok savaşta Kürtler de yer almıştır. Daha çok İslamiyet’in ve benzeri resmi ideolojilerin, güçlerin savaşçısı olmaktan geri kalmamışlardır. Bunlardan en bilineni ve “İslamın Kılıcı” olarak anılan Selahaddin Eyyübi’dir. Kendisi Tikrit’li bir Kürt olmasına rağmen, hayatı boyunca bir Arap gibi savaşmış ve İslamiyet adına savaşarak, oluşan devletin idaresini üstlenmiştir. Kürt tarihi gerçekliğinde buna benzer sayısız örneği sıralamak mümkündür. Bu yönüyle Başkan APO’nun da vurguladığı gibi egemen güçlerin ve düşüncelerin Kürtlere tarihsel yaklaşımı; “alavere-dalavere Kürt Memet Nöbete” mantığından öteye geçmemiştir. Bu ilişkilerin ve yaklaşımların çatallaştığı ve zaman içerisinde direnişlere, çatışmalara ve ayaklanmalara dönüştüğü tarih ise 1630’lu yıllardır. Yine Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında ortaya çıkan bu çatışmalar ve ayaklanmalar, bir bakıma günümüzdeki Kürt sorununun da temelini oluşturmaktadır.
Bu dönemde ortaya çıkan bu gelişmelerin başlangıç noktası 1514’deki Çaldıran savaşıdır. Burada her ne kadar görünüşte savaşın nedeni Şiilik ve Sunnilik üzerine olsa da, özünde ekonomik nedenledir. Bu savaş esnasında hem Osmanlı İmparatorluğu ve hem de Safevi İmparatorluğu, savaşın yoğun olarak geçtiği Kürdistan coğrafyasında Kürtleri yanına çekebilmek için yoğun bir mücadele verirler. Osmanlı sultanı Yavuz Selim, Sunni aşiretleri yanına çekebilmek için ittifak geliştirir. Bu savaş esnasında Kürtler arasında ciddi bir ayrışma oluşmuş ve bu durum çatışmalara da yansımıştır. Sunni Kürt aşiretleri ile Alevi Kürt aşiretleri arasında çatışmalar yaşanmış, böylelikle Kürtlerin Kürtlere kırdırılması politikası bu savaşta hayata geçirilmiştir. Burada ümmetçilik ve dini etkilerden dolayı ulusal kimlik anlayışı daha çok dini söylemler ve mezhepsel gerçeklikler üzerinden gelişmiştir. Bu savaşın ardından gelişen barış anlaşmasında da yine kaybeden, savaşta olduğu gibi Kürtler olmuştur. 17 Mayıs 1639 yılında Kasrı Şirin Anlaşması ile Kürdistan ilk defa Osmanlı ve Safevi imparatorlukları arasında bölünmüştür.
Bu dönemde gerçekleşen bölüp-parçalama ve bu şekilde yönetme mekanizması bazı alanlarda Kürt beyliklerine ve aşiretlerine yönelik çeşitli imtiyazlar tanınıyordu. Tebaası oldukları imparatorluklar savaşa girdiğinde onlara destek verme, vergilendirme gibi konuların dışında yerel muhtariyetler ve otonomlar yürürlükteydi. Bu durum 1800’lü yılların başlarında ilan edilen Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla birlikte bozulmuş ve ortaya çıkan bu gelişmelerle Kürtlerin rahatsızlıkları artmaya başladı. Bu fermanlarla birlikte toprak bütünlüğü ve merkezileşme politikaları, Kürt beyliklerinin ve yönetim erklerinin merkezi valiliklere atanmasını Kürtler kabul etmeyerek, bu dönemde isyanlara ve ayaklanmalara başladılar. 1800’lü yılların başlarında yirmi-otuz yıl boyunca, Timur Paşa Ayaklanması, Abdurrahman Paşa Ayaklanması, Soran Emiri Mir Muhammed Ayaklanması, Bilbaşlar Ayaklanması, Bedirhanlı İsmail Paşa Ayaklanması, Bedirhan Bey Ayaklanması gibi sayısız ayaklanma gerçekleştirilir. Bu ayaklanmaların hemen hemen hepsi adlarından da anlaşılacağı gibi beyler-paşalar tarafından geliştirilmiştir. Doğal olarak da bunlar Kürt halkının ortak bir mücadelesi ve istemleri doğrultusunda gelişmeyerek, daha çok isyanı başlatan kesimlerin kişisel istemleri ve istekleri doğrultusunda bir karaktere bürünmüştür. Tarihi anlamda bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bu ayaklanmalarda ilk başlarda bazı kentler ele geçirilse de, ayaklanmaların tümü egemenler tarafından ezilir. Çünkü hemen hepsi tek bir aşirete, beyliğe dayanan ayaklanmalardır. Sorunları aynı olmasına karşın, Osmanlı’nın manevraları, örneğin askerin vergi isteğini hepsinden aynı anda yapmaması, bazılarına daha yüksek makamlar verip etkisizleştirmesi gibi yöntemleri, aşiretlerin bir araya gelmesini önlemeye yeter.
Gerçekleştirilen ayaklanmalardan, Bedirhan Bey Ayaklanması en önemlisidir. Kısmen de olsa Kürt Beylikleri’nin birliğinin sağlandığı bir ayaklanma olması yanıyla da diğerlerinden ayrılır. Bu ayaklanma esnasında tipik bir Kürt gerçekliği devreye girer; İhanet! Ayaklanma esnasında Bedirhan Bey’in yeğeni Yezdan İzzettin Şer Osmanlı saflarına geçerek ayaklanmayı sırtından vurur. Yezdan’ın çeşitli vaatler karşılığında gerçekleştirdiği ihanete rağmen, Osmanlılar verdiği sözleri gerçekleştirmeyince bu sefer kendisi de bir ayaklanmayı başlatır. Fakat onun da geliştirdiği bu ayaklanma şiddetli bir şekilde bastırılır. Bu andan itibaren Kürtlere ve geliştirdikleri ayaklanmalara yönelik, askeri yöntemler-kanlı katliamlar ve yıkımlar resmi bir politika olarak uygulana gelmiştir.
Kürtlere yönelik geliştirilen bu siyasetler I. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında da yoğun bir şekilde sürdürülmüştür. Günümüzde de yoğunca tartışılan Ermeni soykırımı ardından, İttihatçıların hedef tahtasında Kürtler yer almaktaydı. 1920’de Koçgiri ayaklanması esnasında ordu komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın; “Türkiye’de Zo (Ermenileri) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin kökenlerini de ben temizleyeceğim” sözleri, Kürtlere yönelik resmi politikaların ilamı oluyordu. Bu dönemde ordu birlikleri ve Topal Osman çetesinin, Koçgiri’de gerçekleşen ayaklanma karşısında uyguladıkları soykırımlar, tarihi kaynaklarda yer almaktadır. Kürt çocuklarını ateşlerde yakarak, köyleri ve evleri talan ederek, insanları infaz ederek ve zorla göçe zorlayarak, ayaklanma çok şiddetli ve acımasız bir şekilde bastırılmıştır. Türkiye’deki Cumhuriyet döneminin başlarında gerçekleşen bu ayaklanma ve ardından yaşananlar, sanki sonrasının da habercisi niteliğindeydi. Özellikle 1925 yılından itibaren, Kürdistan’ın her tarafında katliamlar, zulümler, soykırımlar, bitmeyen tehcir yasaları ve sıkıyönetim vardır. 1925 ila 38 yıllları Kürdistan’da yaklaşık 800 bin ile 1 milyon insanın katledildiği ve bir milyon civarındaki Kürt’ün ise isyanlar bahanesiyle, Türkiye’nin batı illerine sürgün edildiği kaynaklarda belirtilmektedir.
Cumhuriyet döneminde Kürtler, Şeyh Sait Ayaklanması, 1927-29 ve 1930 Ağrı Ayaklanmaları ve 1937 Dersim direnişiyle bu politikalara ve uygulamalara karşı bir karşı koyuş içerisinde bulunmuşlardır. Fakat bu direnişler ve ayaklanmalar da ulusal bilinçten yoksunluk ve ortak hareket etmeme anlayışından dolayı, kanlı bir şekilde bastırılmış ve ezilmiştir. Yine aynı dönemlerde bölgede yer alan Kürtlerin de isyanları ve ayaklanmaları ortaya çıkmış, bunlar da uluslararası emperyalist politikalar sonucunda bastırılmıştır. Güney Kürdistan’da Mahmut Berzenci önderlikli gelişen ayaklanmalarda, İngiliz ordusuna bağlı hava kuvvetleri isyanı bastırmak için Kürt halkına yönelik hava harekâtında bulunmaktan geri kalmamıştır. Şeyh Sait İsyanı ardından gelişen bu büyük yıkım, soykırım ve inkâr sürecine Başkan APO; “büyük komplonun başlangıcı” demiştir. Sonraki dönemlerde de hem Baas rejimleri ve hem de Türkiye’deki cumhuriyet rejimleri Kürtleri inkâr etmiş, yok saymış ve giriştikleri her türlü mücadelede askeri yöntemlerle bastırmayı, zapturapt altına almayı esas almıştır. Cumhuriyet döneminde Türklerle ortak hareket eden Kürtler, kurulan cumhuriyetin ardından hiçbir hakkı tanınmayan yasaklı bir halka dönüşmüştür. Yine 1979 yılında İran’da gerçekleşen İslami Devrimin lideri Humeyni; “bu devrimi biz Kürtlerle birlikte yaptık” demesine rağmen, Kürtlere bu coğrafyada hiçbir hak/hukuk tanınmadığı gibi inkâr, asimilasyon ve baskı uygulanmaktan geri kalınmamıştır. Bu yönelimlerin hemen hemen hepsi uluslararası ceza sisteminde suç olmasına rağmen, birçok Batılı güç Kürt halkının ayaklanmalarının bastırılmasında her türlü desteği sunmaktan geri durmamıştır. Bunun en çarpıcı örneğini ise Halepçe Katliamı oluşturmaktadır. Çok iyi bilindiği gibi 1988 yılında Saddam diktatörlüğü, Kürtlere yönelik kimyasal saldırı dahi düzenlemiştir.
Burada vurgulanması gereken diğer önemli bir nokta Kürtlerin sürekli yerel kalmalarının, dar silahlı gruplar halinde olmalarının ve ulusallıktan yoksun bir şekilde hareket etmelerinin bu ayaklanmaların erkenden bastırılmasına götürdüğü gerçeğidir. Elbette bu yönüyle PKK direnişini ve ayaklanmasını ele aldığımızda, tarihsel gerçekliklerin alaşağı edildiğini ve diğer ayaklanmaları çok çok aşan bir ulusal bilincin ortaya çıktığını görmekteyiz. PKK hareketi ve ayaklanması ortaya çıkışından günümüze değin, sürekli kitlelere ulaşarak, isyanın gereklerini her zaman çağın gerçeklikleriyle birlikte ele alarak, hem silahlı ve hem de halk destekli bir direniş olarak sürdürmüştür. Bu ayaklanmanın başladığı dönemlerde halkla ortak mücadele etme ve halka dayalı bir ayaklanmayı geliştirmenin en güzel örneklerini; Hilvan-Siverek direnişleri ve Kürt toplumu içinde yer alan gerici feodal öbeklere yönelik gerçekleşen mücadele gösterilebilir. Bu yönüyle Başkan APO’nun geliştirdiği çözümlemeler, bu direnişin kimliğini ve gerçekliğini açığa çıkarmaktadır.
Son zamanlarda PKK ayaklanmasına/mücadelesine yönelik gerçekleştirilen saldırıları ve yürütülen komploları çok iyi görmekte ve bilmekteyiz. Tüm bu saldırıların karşısında üstün bir öngörü ve siyasi bilince sahip olan Başkan APO; ‘Devrimci Halk Savaşı’nı gündemimize koymuştur. Önderliğimiz yürütülen mücadelenin salt bir parti-örgüt mücadelesi olmadığını, çağın gerçeklikleri doğrultusunda kırk milyonluk bir halkın kimlik mücadelesi olduğunu, bunun gerekleri doğrultusunda hareket edilmemesi halinde yok olmaktan kurtulunamayacağını ortaya koymuştur. Bu çerçevede de ‘varlığını koruma özgürlüğünü kazanma’ savaşıyla özelde Kürt halkının, genelde de tüm ezilenlerin özlemlerinin gerçekleşeceği bir devrim sürecini başarmak için herkesi görevlerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Tarihi anlamda ele aldığımız ayaklanmaların, hem dünyada hem de Kürdistan genelinde ortaya çıkış nedenlerini, yürütülen mücadeleleri daha derinlemesine incelediğimizde, bunlardan gerekli sonuçları çıkarabildiğimizde, Kürt halkının bu 29. ayaklanmasını gerçek anlamıyla bir zihniyet dönüşümüne, devrimine ulaştırmak mümkün olabilir.
BİTTİ…
Abdullah ÖCALAN Sosyal Bilimler Akademisi